Bu dönem, aynı zamanda kolonileşme döneminin alt yapısını oluşturan felsefi temellerin oluşturulduğu dönemdir. Avrupa’nın sömürge tarihinin felsefi arka planı oluşturulmuştur. Tarih artık Avrupa merkezli akmaktadır. Fransız Ernest Renan’ın “İslâm ve Bilim” başlıklı konferansında dile getirdiği “İslâmiyet terakkiye mânidir” ana temalı yaklaşımı bilimsel yaklaşım maskeli olarak İslam’a ve Müslümanlara saldırının önemli bir aşamasıdır (1,2,3).
Dördüncü Dönem ise 20.yy’dır. Fransız Filolog ve tarihçi Reinhart Dozy’nin “İslam Tarihi” adlı eseri Renan’dan sonra İslam’a en ağır saldırılardan biridir. Abdullah Cevdet tarafından Osmanlıca’ya çevrilmiş ve döneminde çok derin izler bırakmıştır. Osmanlı bu eseri yasaklamıştır. Yine Alman Felsefeci Louis Büchner’in “Madde ve Kuvvet” adlı eseri Osmanlıca’ya çevrilmiş ve ciddi bir etki yaratmıştır. Bir başka önemli Oryantalist İtalyan Leone Caetani’nin İslam Tarihi adlı 5 ciltlik eseri yine Osmanlıca’ya çevrilmiş ve büyük tepki almıştır. Hadis Alanında Yazılan Concordance (el-Mu‘cemü’l-Müfehres li-Elfâzi’l
Hadîsi’n-Nebevî). Bu eser, altmış dört kişinin beraber sarf ettikleri uzun bir çabanın sonucunda 1987 yılında tamamlanmıştır. Çok önemli bir eser sayılır. Yine Hollanda merkezli olarak “İslam Ansiklopedisi” yazılmış dünyanın her tarafına dağıtılmıştır. Yazımızın konusu aslında oryantalist isimler olmadığı için isimler konusunda daha fazla bilgi vermeyeceğim. Şunu da belirteyim bu kavramı Dünya’nın gündemine oturtan kişi Filistin asıllı Amerikalı Profesör Edward Said ve onun “Oryantalizm” isimli eseridir (8).
Oryantalistler, genelde İslam dünyasını hâşâ Hz. Muhammed’in Yahudilik ve Hıristiyanlıktan esinlenerek uydurduğu dine körü körüne bağlı mutaassıp bir toplum olarak tanımlar. Bunun için Kuran ve hadis üzerine çok sayıda eser yazmışlardır. Oryantalist düşünce geleneği, İslâm medeniyetine evrensel bir kimlik olarak bakmamıştır. Fetihler sonucu Müslümanların ve ilim adamlarının diğerleriyle kurduğu iletişimle “seçmeci/eklektik” bir kültürden ibaret olduğu iddiasındadırlar. İslâm tarihinde ‘orijinal’ kabul edilebilecek ne varsa bunların hepsinin İslâm öncesi Sümer, Babil, Asur, Mısır, Yunan, İran yahut Hint kültürüne ait unsurlar olduğunu savunurlar (1,2.3,4,5,6). Bu inançla oryantalizm; Kur’ân’ı bir vahiy, Hz. Peygamberi de hak peygamber kabul etmemiş, bu iki kaynağın tarihi ve beşerî ürünler
olduğunu ortaya koymak için çırpınmıştır (2,3,4,5). Maalesef bu düşünce İslam dünyasında
çok kişiyi etkilemiştir.
Oryantalizmde “Doğu” ısrarla “egzotik ve erotik” bir yer olarak tanıtılır. Masalsı, renkli bir yer. Ama bu yer; üç kağıtçı, doyumsuz, libidosu yüksek ve yalancı insanlar diyarıdır. Kadın bedeni, erotik dans, “Altına ve mala” düşkünlük imajı yaratılır. Doğu, dindarlık görünümlerinin altında aslında herkesin fuhuş yaptığı, küçük kızlara düşkün erkeklerin yaşadığı bir yerdir... Aslında iki yüzlü insanlar coğrafyası. Doğu hayalcidir, tembeldir, uçkuruna düşkündür, akıl yerine duygusallık (iyi anlamda değil) egemendir. Buna karşı “Batı” akılcıdır, emek ve akıl egemen bir yerdir. Batı da ve Batılı da, bilim ve mantık hakimdir. Bu akımda Doğuyu anlatan resim, sinema ve romanlar da “Mekanlar” hep tarihi yerlerden seçilir. Bazen de çöl ve sıcaklık... Sürekli bir erotizm vurgusu yapılmaya çalışılır. Hep oturan tembel insanlar... Dikkat edin Doğulu insan hep “Miskin” olarak betimlenir. Doğu pistir, sokakları berbattır, her yerde sinekler vardır. Elleriyle yemek yiyen pis ve her yere pisleyen insanlar vardır…
Filmlerinde, romanlarında, resimlerinde konuyu o kadar ustaca ve fark ettirmeden işlerler ki Doğuyu övüyorlar sanırsınız. Ama yukarıda işlediğim olumsuzlukları bilinç altına ustaca enjekte ederler...
Doğudaki medeniyetler (Anadolu, Sümer, Hitit, Pers, Babil, Asur, Mısır, İndus, Çin, Endülüs, Bağdat, Kahire, Buhara, İstanbul, Semerkant, İsfahan, Şam vs.) karşısında komplekse giren Batı'nın, kendini dengelemek ve iyi hissetmek için kullandığı bir araçtır. Ama oryantalistler (arkeolog, gezgin, ressam, yazar, gazeteci, tarihçi, dilbilimci vs.) kabul etmek gerekir ki inanılmaz çalışkandırlar. Gece gündüz ve yıllarca çalışmışlardır. Bazıları çalışmaları esnasında doğu topraklarında ölmüşlerdir. İlginçtir ama bazıları da Doğuya hiç gelmeden doğuya ilişkin eserler vermiştir. Örneğin bir oryantalist ressam olan İtalyan Giulio Rosati. Oryantilizmin öncü birliği arkeologlardı. Bir antik tarih cenneti olan Ortadoğu’daki bütün kazıları bunlar yaptılar. Ya da mutlaka orada bulundular. Antik Mısır ve Sümer de dahil arkeolojik kazılarda elde ettikleri her bulguyu oryantalist yaklaşıma göre yorumlamışlardır. Masada Müslümanlar ya da o uygarlıkların o topraklardaki diğer temsilciler yoktu çünkü. Yani tarihi de istedikleri gibi kurguladılar.
Yazdıkları romanlarda, tiyatro eserlerinde ya da sinema filmlerinde doğulu olup ta başarılı olan bütün karakterlerin aslında “Batı” kafalı olduğu fikrini empoze ettiler. Mesela o karakterlerin çoğu aslında doğu değerleriyle çatışır, ya da kendi dininin dindarı değildir. Çünkü doğulu olup güzel işler yapmak mümkün değildir.