Tweet |
Sabiha GÜL
Camille küçük yaştayken aile, Villeneuve-sur-Fere’ye taşındı. Erkek kardeşi Paul Claudel 1866 yılında burada doğdu. Taş ve çamurla oynama tutkusu, Camille’in heykeltraşlık yeteneğinin ilk işaretleriydi. Annesi, kızının sanat tutkusuna hiçbir zaman destek vermedi; ancak babası onun en büyük destekçisi oldu.
Camille, 1881 yılında Paris’e taşınarak Academie Colarossi’de Alfred Boucher’den heykel dersleri almaya başladı. Kadınların büyük sanat akademilerinde eğitim alaması yasak olduğundan, Camille ve diğer kadın öğrenciler özel atölyelerde ders alıyordu. Bu dönemde tanıştığı Auguste Rodin, onun hem ilham kaynağı hem de sevgilisi oldu. Camille, Rodin’in gözdesi ve en büyük rakibi olarak dikkat çekti.
Rodin ile Fırtınalı Bir Aşk
Rodin ile ilişkisi başladığında sanatçı, Rose Beuret ile 20 yıllık bir evlilik yaşıyordu. Camille ile olan bağı, ikisi için de bir dönüm noktasyı oldu. Rodin’in ünlü eseri "Cehennemin Kapıları" bu dönemde ortaya çıktı. Eserde Camille’in etkisi açıkça hissedilir ve hatta büyük bir kısmının Camille’e ait olduğu rivayet edilir. Ancak, yeteneği Rodin’in çok daha üzerinde olmasına rağmen, hep onun gölgesinde kaldı.
Bu dönemde Camille, gayrimeşru birliktelikten hamile kaldı. Ancak bir kaza sonucu bebeğini kaybetti. Yaşadıklarının yıpratıcı etkisiyle derin bir depresyona sürüklenen sanatçı, annesi tarafından reddedildi ve evden ayrılmak zorunda kaldı. Camille, 1898’de Rodin’den ayrılma kararlılığı gösterdi ve bu ayrılık, onun için acılı bir sürecin başlangıcı oldu.
Bağımsız Bir Sanat Yaşamı
Camille, ayrılıktan sonra en büyük eserlerini verdi. "Vals", "Clotho", "Olgunluk Çağı", "Kayıp Tanrı" ve "Sakuntala" bu dönemde ortaya çıktı. 1903’te Salon d’Automne’da sergilenen eserleri, eleştirmenler tarafından büyük beğeni topladı. Art Nouveau etkilerini taşıyan heykelleri, duyguyu çarpıcı bir şekilde yansıtıyordu. "Olgunluk Çağı" isimli eserinde, Rodin ile ayrılığının tüm acısını ve etkilerini görmek mümkün. Heykel sanatında oniks materyalini kullanan ilk kişi olarak yenilikçi yaklaşımıyla da dikkat çekti.
Rodin, tüm kıskançlığına rağmen Camille hakkında şöyle demişti: "Ona altını nerede bulacağını söyledim. Ama bulduğu altın kendi içindeydi."
Zorlu Yıllar ve Yalnızlık
1898’den sonra Camille’in hayatı giderek daha da zorlaştı. Babasının vefatı ve kardeşinin diplomat olarak Çin’e yerleşmesi, onu tamamen yalnız bıraktı. Maddi zorluklar ve ruhsal sıkıntılar, Camille’i derin bir depresyona sürükledi. 1906 yılında bir sinir krizi sonucu birçok eserini parçaladı. Paranoid davranışları artınca ailesi tarafından bir akıl hastanesine kapatıldı. Bazı rivayetlere göre, Rodin’in Camille’i yeteneğinin tehdit oluşturduğunu düşünerek bu kararı desteklediği iddia edilmektedir.
Hastanedeki yılları boyunca Camille’e heykel yapmasına izin verilmedi. Tüm bu zorluklara rağmen, o ölene dek heykel yapma arzusunu dile getirdi. 1920’de doktorlar, ailesine Camille’in evine dönmesi gerektiğini söyleyen bir mektup yazdı; ancak annesi ve kız kardeşi bu talebi reddetti. Erkek kardeşi Paul ise Camille’i beş yılda bir hastanede ziyaret etti.
Trajik Bir Son
Camille Claudel, hayatının son 30 yılını bir akıl hastanesinde yalnız başına geçirdi ve 19 Ekim 1943 tarihinde hayata veda etti. Sanatçının trajik yaşamı, ailesi ve toplum tarafından yeterince anlaşılamamasının bir yansımasıydı. Camille Claudel’in hayatı ve Rodin ile olan ilişkisi, 1988 yılında başarılı bir şekilde beyaz perdeye aktarıldı. Gérard Depardieu ve Isabelle Adjani’nin başrollerini paylaştığı bu film, iki Akademi Ödülü kazandı.
Camille Claudel, sanatının çığrını aşan yeteneğiyle tanınan, ancak trajedinin gölgesinde kalmış bir heykeltraştı. Onun hikayesi, hem dehasını hem de toplumsal önyargılarla mücadelesini yansıtır. Sanat dünyası için bir ışık olan Camille, ardında unutulmaz eserler ve dokunaklı bir miras bıraktı...